MATEMATİK VE DİL
AHMET DOĞAN
Bir dershanede
matematik öğretmeni olarak çalışıyordum. Bir liseden gelen öğrenciler ısrarla
“Karmaşık sayıları anlamadık. Özellikle de omega çok karışık” diyerek yardım
istediler. “Çocuklar karmaşık sayıları anlatayım. Kolaylıkla anlarsınız ama
omega nedir?” dediğimde yanıt, “Omega işte hocam” biçiminde oldu. Bilmiyordum.
Diğer matematikçi arkadaşlara “omega”nın ne olduğunu sordum. Onlar da
duymamıştı. Çözüm konuyu anlatmaktı. Omega süreç içinde çıkabilirdi. Öyle de oldu.
Bir karmaşık sayının karekökünün nasıl alınacağını anlattığım anda bir öğrenci
heyecanla, “Hah işte, omega bu!” dedi. O anda anlamıştım ki öğretmen, karmaşık
sayının kareköklerini gösteren “W” işaretini kullanıp, “karekökünü bulun”
yerine, “omegasını bulun” diyordu. “Dabılü vesini bulun” demediğine şükrettim.
Yoktu matematikte böyle bir kavram. Öğretmenin karekök yerine omega sözcüğünü
kullanması konunun bütününü anlaşılmaz hale getirmişti. Bu tutum gerek
matematiğin bilim içindeki yerini bilmek, gerek matematiğin özel bir dili
olduğunu bilmek ve gerekse Türkçeyi kullanmak yönleriyle yanlıştı. Zaten zor
olan matematik öğretimi, öğretenin yanlışı nedeniyle daha zor hale
getiriliyordu.
Matematik ve Bilim
Bilimin hedefi
bilgiye ulaşmaktır. Elbette “bilimsel bilgi”ye. Bilimsel bilgi bilimcilerce iki
tür olarak ayrımlandırılır. Olgusal bilgi ve kavramsal bilgi. Araştırma,
inceleme, gözlem ve deneye dayanan olgusal bilgi alanları, fen ve sosyal
dersleridir. Bu alan olayların ve şeylerin nedenlerini araştırır, gözler,
sınar, dener ve sonuçlara ulaşır. Sonuçlar doğrudur ama mutlaklığı yoktur. Yeni
araştırmalarla yanlışlanabilir bile. Matematik ve felsefe ise kavramsal bilgi
alanlarıdır. Matematiğin laboratuarı insan beynidir. Kavramlardan yola çıkılır
ve yeni kavramlara ulaşılır. Kanıtlanmış bu kavramlar matematiksel
önermelerdir. Aklın ürünüdür. Kesindir. Olgusal bilimler yaşamdaki olayların,
şeylerin nedenleri ile uğraşırken, matematik olguların ve şeylerin niceliksel
yanlarıyla uğraşır. Bu bağlamda matematiğin nesneleri de dış dünyanın
nesnelerinden farklıdır. Matematik, olguları ve nesneleri dış dünyadan alır,
“kusursuz” nesnelere dönüştürür. Onlar artık matematik dünyasının nesneleridir.
Kusursuz nesneleri niceliksel özellikleriyle inceler. Varsayımlar oluşturur,
varsayımları kanıtlar ve gerçek dünyaya biçimlenmiş olarak geri gönderir. Gerçek dünyaya biçimlenmiş olarak aktarılan
önermeler kesinlik taşır ve aynı zamanda diğer bilimlerin güvenilirlik
kaynağıdır. Bu nedenle birçok bilimci matematiği ayrı bir bilim olarak
tanımlamaz, “Bilimlerin niceliksel ifadesidir” der.
Bir döngüyle
özetlemeye çalıştık matematik bilim ilişkisini ve matematiğin farklı dünyası
olduğunu. Sanal bir dünya denilebilir buna. Elbette farklı dünyanın farklı dili
olmalıdır. Bu dünya sanal ise dili de ancak sembollere (simgelere)
dayanmalıdır. Öyledir de…
Matematiğin Dili
Modern mantık ve
matematik çoğunlukla birlikte anılır. Çünkü her ikisi de yöntem olarak
sistematik bir akıl yürütmeye dayanır. Her ikisinin de sembollere dayalı bir
dili vardır. Örneğin; “p Λ q ≡ 0”
yazımı mantık ve matematikte kullanılır. Bir önermedir. Matematik bilmeyenler
için bir şey ifade etmez. Bu önermenin okunuşu; “p ve q, denktir 0” biçimindedir. Okunuşunu
yazmak da bir şey ifade etmez. Bu önermeyi matematikçi şöyle okur: “p ve q
birer önerme olmak üzere p ve q birleşik önermesinin sonucu yanlıştır.”
Devamını şöyle getirir: “p ve q önermelerinden en az biri yanlış önermedir.”
Neredeyse bir paragraf gibi… Ki bu haliyle bile mantık-matematik bilmeyen için
anlamlı hale gelmesi oldukça zor. Açıklamak için daha uzun tümceler kurmak
gerekir. Oysa “p Λ q ≡ 0”
bir tümcedir. Çetrefilli görünse de günlük dildeki çok uzun bir ifadeyi matematik
diliyle bir çırpıda anlatmaktadır. Daha kolay anlaşılır bir örnekle
söylersek, 97856 sayısı, rakamları
gösteren 9, 7, 8, 5, 6 simgeleri olmasaydı, “doksan yedi bin sekiz yüz elli
altı” biçiminde yazılacaktı. Bir de rakamların oluşturduğu, 97856 ile 79281 sayılarını çarptığınızı ve bu
işlemi yazı dilinde yaptığınızı düşünün. Bu bir paragrafı da geçer. Öğrenciler
sık sık sorar; “Hocam bu rakamları niye uydurmuşlar?” Hoşnutsuzluk içerse de yerinde bir soru.
Çünkü rakamlar uydurulmuştur gerçekten. Gerekli ve işlevsel bir uydurma… Taşa
“taş” demek de bir uydurma değil mi?
Rakamları ve yarattığı
algıları ele alalım. “2” doğada yok. “3” de yok. İki elma var, iki
masa var, iki çocuk var. Ama ikişer tane olan elmanın, masanın, çocukların
niceliksel ortaklığı da var. İşte “2” ,
bu ortaklığın adı. Matematikçe
söylenirse, “2” ,
iki elemanlı kümeleri gösteren simge. Doğada olmayan, matematik dünyasında olan
bir nesne. Bu nesnelerin matematik dünyasındaki ilişkileri de başka. İki
elmayla üç elmanın toplamı beş elmadır deriz. Bir tabağa önce iki, sonra üç
elma koyar ve sayarız. Sonra da sayıp beş olduğunu gösteririz. Bir deneydir.
Başarılıdır. Gözleyen için ikna edicidir. Matematikteki karşılığı da, “2+3=5”
tir. Ama günlük yaşamda, “iki elma ile üç armut … eder” diyemiyoruz. Hatta
toplanamaz deriz. Oysa matematik
dünyasında toplanır. Karşılığı da yine “2+3=5” biçimindedir. Çünkü 2 ve 3 matematik
dünyasında elmadan, armuttan soyutlanmış nesnelerdir. O nedenle “2+3=5” in
matematiksel kanıtı da farklıdır. “Gördüğünüz gibi iki elmayla üç elmanın
toplamı beş elma ediyor” biçiminde değildir. Ayrıca “2+3=5” işlemi matematik
dünyasında her zaman doğru da değildir. Örneğin beşlik sayma sisteminde, “(2)beş+(3)beş=(10)beş
biçimine dönüşür. Elbette tüm bunlar, “2, 3, 5, +, =,” gibi kavramlar
bilindiğinde anlamlıdır. Yani başka bir dil. Hem de dili konuşursa konuşsun
herkesin anlayacağı bir dil. Evrensel…
Şekillerin de
matematik dünyasıyla ilişkisine bir örnek verelim. Gerçek dünyada
düzgün-yuvarlak birçok nesne vardır. Bu nesneler kendi özelliğine bağlı olarak
günlük yaşamda kullanılır. Bu nesnelerin ortak özelliğini tekleştiren
matematik, şekli kendi dünyasına alır, yuvarlağın çevresini “çember” diye
adlandırır. Onu didiklemeye başlar.
Günlük yaşamda mükemmel olmayan çember, artık mükemmeldir. Ve o çember
kâğıda ya da tahtaya çizilen çemberden de farklıdır. Çünkü insan beynindedir. En iyi çizimde bile pürtükler varken o
çemberde pürtükler yoktur. Bu çember,
merkeziye, yarıçapıyla, çevresiyle, sınırladığı alanla incelenir,
ilişkilendirilir. Sayısal ilişkileriyle biçimlendirilir. İşlem tamamlanır.
Kesin hale gelen önermeler biçiminde gerçek dünyaya geri gönderilir. Elbette bu
ilişkilendirmede de, “merkez”, yarıçap”, “pi sayısı”… gibi matematik terimleri
ve ortaya koyduğu kavramlar kullanılır.
Daha ileri
düzeyde matematik için de, birçok simge, terim, kavram ve bunların
ilişkilendirilme biçimi olan önerme, varsayım, kanıt, yargı gibi kavramlar da
anlamlı olarak kullanılır. İşte bu nedenle matematiğin dili günlük dilden
farklıdır. Matematik yapmak bu dili bilmeyi zorunlu kılar. Öğreten de öğrenen
de öncelikle bu dili iyi bilmek zorundadır.
Matematik Öğretiminde Dil
Hangi dersin
öğretiminde ya da eğitimin hangi kademesinde olursa olsun Türkçenin doğru
kullanılması kaçınılmazdır. Doğru Türkçe kullanmak; sözcük sayısının
yeterliliği, sözcükleri doğru ve yerinde kullanmak, doğru cümle kurmak,
vurguları doğru yapmak gibi birçok özelliği kapsar. Saydıklarımız öğretenin “ne
söylediğinin anlaşılması” yani anlaşılırlık yönüyle önemlidir.
Matematik
öğretiminde de bu özelliklere sahip olmak gereklidir. Hatta fazlasıyla. Bu
gerekliliği matematiğin bazı özellikleriyle birlikte ele almak daha kavratıcı
olacak sanırım.
1) Matematik
soyuttur.
Yukarıda da
değindiğimiz gibi, matematik kavramsal bilgi bütünüdür. Kavramlara ve
kavramların insan beynin de türetilmesine bağlı olduğu içindir ki soyutlama ön
plandadır. Soyut kavramlar ve olgular üzerinde konuşmak için dili iyi kullanmak
kaçınılmazdır.
2. Matematiksel
bilgi kanıta dayanır.
Matematiksel
bilgiye ulaşma yolu da diğer disiplinlerden farklıdır. “Şekilde görüldüğü
gibi”, “deneyin sonucuna göre”, ya da “tarihte yaşandığı gibi” göndermeler
matematik bilgiye ulaşma için yeterli değildir. Bilgiye ulaşma yöntemi;
“varsayım-kanıt-yargı” biçiminde özetlenebilir. Bu üçlemenin gerçekleşmesi akıl
yürütme ve dil ilişkisinin üst boyutta kullanımını gerekli kılar.
Bazı kanıt
yöntemlerinde akıl yürütme - dil ilişkisi daha da önem kazanır. “Olmayana ergi”
yöntemi gibi… Bir örnek verelim.
“Düzlemde bir doğruya dışındaki bir noktadan yalnız bir dik doğru çizilir”
biçimindeki önerme bir varsayımdır. Kanıtlanması gerekir. Anlatma ve anlaşılır
olma kolaylığı yönüyle bir d doğrusu ve dışında bir A noktası alalım. A
noktasından d doğrusuna iki farklı dik doğru çizildiğini varsayalım. Dik
doğruların d doğrusunu kestiği noktalara B ve C noktaları diyelim. A, B, C
noktaları ABC üçgeni oluşturur. Üçgenin B ve C açıları 90’ar derecedir. İki
açının toplamı 1800 olur ki, A açısı 00 olmak zorundadır.
Bu durum ise üçgen olma koşuluna aykırıdır. Sonuçta “AB dikmesinden başka bir
dikme çizmek olanaksızdır” yargısına varırız.
Olmayana ergi değişik ve oldukça estetik bir kanıt biçimidir. Gücünü
akıl yürütme, ifade edebilme yeteneğinden alır.
3. Matematiksel
yargılar kesindir.
Olgusal
yargıların “en doğru” olmasına karşın
matematik yargılar “doğru” dur. Yani kesin yargılardır. Kesin olan bu
yargıların ifadesinde de net ve yalın olmak gerekir. Öğrenenin anlayışına
bırakılamaz. Yetersiz ya da fazla olan anlatımlar yargının kavranışını
zayıflatır. Örneğin, “kesişmeyen iki doğru paraleldir” yargısı düzlem için doğru,
üç boyutlu uzay için yanlıştır. O nedenle “düzlemde kesişmeyen iki doğru
paraleldir” biçiminde yeter ve gerek sayıda sözcükle anlatılmalıdır. Aynı önermeyi, “iki boyutlu olan düzlemde iki
doğru çizildiğinde, bu iki doğru sonsuza dek kesişmiyorsa, yani ortak bir
noktası yoksa…” biçiminde destan gibi
anlatmaya çalışmak ise gereksiz bir anlatımdır. Bulanıklık yaratır, anlamayı zayıflatır, bellekte kalması zordur.
Bu nedenle matematik öğreten önermelerde “yeterlilik ve gereklilik” koşuluna
uygun davranmalıdır.
4. Matematik
çıkarımlara açıktır.
“Üçgenin iç açıları toplamı 1800dir”
önermesinin öğrenen için içselleştiğini düşünelim. Ardından da “tüm açıları
eşit olan üçgen, eşkenar üçgendir” tanımını verdiğimizi… 180:3=60 işlemiyle,
eşkenar üçgenin açıları 60’ar derecedir çıkarımına ulaşmak öğrenene
bırakılmalıdır. Çıkarımları öğrenciye bırakmak öğrencide güven, yaratıcılık
duygularını geliştirildiği gibi ifade gücünü de geliştirir.
5. Matematiksel
modelleme öğrenmeyi güçlendirir.
Günlük yaşamdan,
doğadan örnek verme öğrenmeyi güçlendirir. Bu sav, fizik, kimya, biyoloji,
tarih, coğrafya… öğretirken gerekli ve hatta zorunludur. Örneğin fizikte hızı
anlatırken, bir otomobilin, bir canlının hareketi bire bir örnektir.
Algılanması kolaydır. Matematik öğretiminde ise örnek vermek zordur. Çoğunlukla
da olanaksızdır. Bu nedenle genellikle modelleme kullanılır. Modellemede de iki
ilke önemlidir. Birincisi modelin uygun seçilmesi, ikincisi modelin
matematiksel kavrama dönüştürülmesi. Birinci ilkenin gerçekleşmesi matematik
kültürüne ve gözlem gücüne bağlıdır. İkinci ilkenin gerçekleşmesi ise dil ve
anlatıma. Gerek modelin uygun seçilmemesi, gerekse dil ve anlatımın
yetersizliği anlama önünde aynı ölçüde engeldir. Ne yazık ki bu anlamda çok
yanlışlar yapılmaktadır. Örneğin MEB onaylı geometri kitabında doğru parçasına
örnek olarak (sözüm ona modelleyerek) Bolu Dağı Tüneli veriliyor. Düşünün
koskoca tünel. İçinden 3-5 TIR birlikte geçebilir, taban alanı hatta hacmi
vardır. Doğru parçası ise alanı, hacmi olmayan tek boyutlu bir kavramdır. Doğru
parçası ile tünelin tek benzerliği iki ucunun sınırlı olmaları. Farklılıkları
ise kat kat fazla. Koskoca Bolu Dağı Tüneli’nden doğru parçası çıkarmak!
Şişeden cin çıkarmaktan daha zor. Model yanlışsa dil cambazı olsan da işe yaramaz.
Yukarıdaki
özellikler çoğaltılabilir. Ama çıkarsanacağı gibi her özellik iyi bir dil
anlatımıyla birlikte anılmak zorundadır. Vurgulamak istediğimiz de bu. “Matematik zordur” yargısı yaygındır.
Elbette öyledir. Matematik öğretiminde “matematiği
kolaylaştırmak” gibi bir hedef gerçekçi değildir. Matematik kolaydır demek
de anlamsız. Doğru hedef “Matematiği anlaşılır kılmak” olabilir
ancak. Bu da matematik bilmek yanında, iyi bir dil kullanımını, dilin yapısını
bilmeyi ve dil kültürüne sahip olmayı zorunlu kılar. Öğretmen yetiştirmede bu
zorunluluk yerine getiriliyor mu derseniz. Ne yazık ki yanıtım hayır! Öğretmen
piyasa diline terk edilmiş durumda...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder